Küçük Prens, ilk bakışta çocuklara yazılmış gibi görünen ancak her yaştan okurun kendinden bir parça bulabileceği derinlikte bir eserdir. Çöle düşen bir pilotun, uzak bir gezegenden gelen gizemli bir çocukla karşılaşmasıyla başlayan hikâye, yalnızlığı, dostluğu, sevgi sorumluluğunu ve büyümenin getirdiği ruhsal yaraları şiirsel bir dille işler. Bu inceleme, Küçük Prens’in gezegenden gezegene yaptığı yolculuklarda karşılaştığı tuhaf yetişkin tiplerini, her birinin temsil ettiği modern insan hâllerini ve tüketim odaklı dünya düzenini eleştiren yönlerini detaylı biçimde inceler. Yetişkinlerin rakamları, statüyü ve sahip olmayı kutsallaştırdığı bir dünyada, Küçük Prens’in “asıl olan gözle görülmez” sözü, okura unutmaya yüz tuttuğu değerleri hatırlatır. Eser; sevginin emek, bağlanma ve sorumlulukla anlam kazandığını, kalbin gözüyle görebilenlerin hayatı daha derin kavradığını vurgulayan zamansız bir klasiğe dönüşür.
Küçük Prens’in hikâyesi, uçağı arızalanarak Sahra Çölü’ne zorunlu iniş yapan bir pilotun, altın saçlı küçük bir çocukla karşılaşmasıyla başlar. Uzak bir asteroitten geldiğini söyleyen bu çocuk, pilota kendi gezegenini, oradaki tek gülüyle kurduğu hassas bağı ve başka gezegenlere yaptığı yolculukları anlatır. Her gezegende, yetişkinliğin farklı bir çıkmazını temsil eden tuhaf karakterlerle karşılaşır: sadece yönetmek için yaşayan bir kral, hayranlık peşinde koşan kendini beğenmiş bir adam, unutmak için içen bir sarhoş, sayılara takıntılı işadamı, sorgulamadan görev yapan bir fenerci ve dünyayı hiç görmeden anlatan bir coğrafyacı. Bu karakterler aracılığıyla, yetişkinliğin mantıklı görünen ama aslında duygusal açıdan yoksullaştıran tarafları gözler önüne serilir. Dünyaya geldiğinde ise Küçük Prens, bir tilkiyle tanışır ve ondan evcilleştirmenin, yani bağ kurmanın ve sorumluluk almanın anlamını öğrenir. Gülüyle arasındaki ilişkinin sıradan bir beğeni değil, emekle büyüyen benzersiz bir sevgi olduğunu kavradığında, gerçek mutluluğun ve hüznün aynı anda taşınabildiğini fark eder. Hikâyenin sonunda, Küçük Prens’in dünyadan ayrılışı hem mistik hem hüzünlü bir sahne olarak anlatılır; pilot ise çölde yaşadığı bu karşılaşmayla hayata, insanlara ve özellikle çocukluğun bilge bakışına bambaşka bir gözle bakmaya başlar.
Küçük Prens’in ana fikri, çocukluğun saf bakışının aslında derin bir bilgelik taşıdığı ve yetişkinlerin çoğu zaman bu bilgelikten uzaklaştığı üzerine kuruludur. Eser, insanın gerçekten önemli olan şeyleri çoğu zaman görmek istemediğini; sevgi, dostluk, emek ve sorumluluk gibi değerlerin ise rakamların, unvanların ve maddi başarıların çok ötesinde bir anlam taşıdığını vurgular. Yazar, yetişkinlerin dünyanın anlamını ölçülebilir şeylerde aramasını eleştirirken, kalple bakmanın ve ilişkilere emek vermenin hayatı anlamlı kıldığını anlatır. “Asıl olan gözle görülmez” cümlesi, kitabın alt metnini özetler niteliktedir: Gerçek değerler, gözle değil, kalple ve bilinçle fark edilir. Küçük Prens’in yolculuğu, okura kendi iç çocuğuyla yeniden karşılaşma ve unutulmuş duygularını hatırlama çağrısı yapar.
Antoine de Saint-Exupéry, yalnızca bir yazar değil, aynı zamanda bir pilot ve keskin gözlem gücüne sahip bir düşünür olarak tanınır. 1900 doğumlu Fransız yazar, uçuş deneyimlerinden beslenen eserlerinde insan doğasını, yalnızlığı, dostluğu ve sorumluluk duygusunu derin bir duygusallıkla işler. Hem teknik hem edebi birikimi sayesinde, gökyüzünden dünyaya bakan bir gözlemci gibi insanlığın zaaflarını ve erdemlerini anlatır. En bilinen eseri Küçük Prens, onun hem çocuk ruhunu hem de savaşlarla yıpranmış yetişkin dünyasını aynı potada eritme başarısının simgesidir.